Blogumdaki yazıya yorum yapılmıştır. Hoş geldiniz, yorum yapmaktan çekinmeyiniz.

Kemalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemalizm etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İzmir suikastinin sözde elebaşısı Kara Kemal Bey

18 Nisan 2013 Perşembe tarihinde yazılmıştır.

İttihatçıların Küçük Efendisi (Büyük Efendi Talat Paşa’dır) Kara Kemal Bey, İstiklal Mahkemesi savcısı Necip Ali tarafından Atatürk’e yönelik İzmir suikastı girişiminin bir numarası olarak belirtilmişti, üç beş saat içinde yazılan ya da yazdırılan iddianamede. “Aslında Kara Kemal’in suikastten haberi bile yoktur, suikast girişiminin olacağı gün öğrenir” ama kendisinin mutlaka suçlanacağını kestirebildiğinden evini terk edip kaçmaya başladığını anlatır Kemal Tahir, “Kurt Kanunu” adlı kitabında. Kara Kemal, Ocak 1923’te, yani İzmir suikastı girişiminden üç yıl önce Gazi’yle İzmit’te buluşur. Buluşma isteği kendisinden gelir. Ve Gazi’ye artık siyasetle hiçbir biçimde ilgilenmeyeceğini söyler. Gazi, İttihatçıları son bir kez toplayıp, hepsinin Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında toplanmaya ikna etmesini söyler Küçük Efendi’ye. Ve 12-13 Nisan 1923’te son İttihat ve Terakki Kongresi İstanbul’da toplanır, Temmuz 1923’te yapılacak seçimlere katılmama, Mustafa Kemal’in adaylarını destekleme kararı aldırtır Kara Kemal. Sonradan, Gazi’nin onayı ve de arkadaşlarının ısrarları sonucu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı destekler bir dönem. Ama siyasetten elini eteğini çekme konusunda kararlıdır.

Kara Kemal’in “asıl suçu” İzmir suikastıyla ilgili değildir elbet. Suçu, Tanzimat’ın en büyük eksiğinin ekonomiden anlamayan kişilerce yönetilen bir süreç olduğunu anlaması Cumhuriyet’in de aynı tuzağa düşmek üzere olduğunu kavramasıdır. Bunun üzerine Türk ve Müslüman bir orta sınıf kurmak bir tür Anadolu Kaplanları yaratmak için kolları sıvar; sigorta şirketi kurmak, balık halini örgütlemek, banka hatta bankalar kurmak için çalışır. İttihatçıların içinde ekonomiden tek anlayan Cavit Bey’in bütün ülkeyi gezerek Müslümanlara nasıl ekonomi ve maliye dersleri verdiğini bilir. Cavit Bey’le sık sık görüşür; ortak konuları İstiklal Mahkemesinin öne sürdüğü gibi Gazi’ye suikast değil azınlıkların egemenliğindeki ekonomide Türk ve Müslüman bir seçenek oluşturmaktır. Ancak hükümet burjuva sınıfının dizginlerini kendi elinde toplamak ve tutmak istemektedir.

Kara Kemal Bey amacına, Cavit Bey gibi, ulaşamaz, yakalanacağını anlar ve İstiklal Mahkemesinde maskara olmaktansa şakağına bir kurşun sıkmayı yeğler. Cavit Bey de akıllara ziyan bir haksızlık sonucu 26 Ağustos 1926’de idam edilir. Böylece Anadolu Kapanları’nın ortaya çıkması atmış küsur yıl ertelenir! İstiklal Mahkemelerinin adaleti böyle “tecelli eder” işte!

Aziz ÜSTEL – STAR (15 Ara 2011)

Atatürk’ün Erzurum Kongresi’nden kovulması

16 Nisan 2013 Salı tarihinde yazılmıştır.


TBMM II. Dönem Gümüşhane Milletvekili Kadirbeyoğlu Zeki Bey


Bazı kimseler Erzurum Kongresi’ni M. Kemal’in topladığını zannediyor. M. Kemal’in, kongreyi toplamak şöyle dursun, katılabilmesi bile ancak Dursunbeyzade Cevad Bey’in istifa etmesiyle mümkün olabilmiştir.[1] Yani istifa eden olmasaydı kongreye dahi katılamazdı. Hatta kongreye nişanlarla süslü büyük üniformasıyla katılmak istemesi üzerine, sonradan TBMM II. Dönem Gümüşhane Milletvekili olan Kadirbeyoğlu Zeki Bey tarafından kovulmuştur.

Kadirbeyoğlu Zeki Bey, bu hadiseyi hatıralarında şöyle anlatmaktadır:

“Camekanlı kapı açılır açılmaz bütün ihtişâmı ile büyük üniformasıyla kaşıklı, püsküllü apoletleriyle irili-ufaklı umum nişanlarıyla ve Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî kordonu ile arkasında da yüzbaşı Cevad ve diğeri Mülâzım Receb Zühdü aynı büyük üniforma ile içeri girmesinler mi!.. Zavallı millet. Öteden beri şatafat bu dârât (gösteriş) ve bu debdebenin zebûnu değil midir? Isterse olmasın kafasına vurarak oldurur.

Böyle alıştırılmış devir her ne olursa olsun ismine ne nâm verilirse verilsin büyük, buradaki büyüklük ilmen ve irfânen değil mevkî itibâriyle bu nâmı ihrâz edenler alt taraflarındakine dâima hakaretle bakmayı, hin-î hâcette (gerektiği zaman) tahta kurusu gibi onları ezmeyi ve mutlak olarak kendilerine itaat ettirmeyi isterler.

Mustafa Kemal Paşa bu hareketiyle murahhaslar üzerinde yapacağı te’sîri çok iyi olarak keşfetmişti. Ve nitekim öyle de çıktı.

O dârât, debdebe ile kılıç şakırdılarına karşı murahhaslar (delegeler) hep birden ayaklanmasınlar mı? Işte o vakit taş kafamdan fırladı, ayağa kalkmayan ben ve Rauf Bey’den başka kimse kalmadığını görünce ben de yerimden fırladım. Gayet sert ve haşin bir sadâ ile:

“- Efendiler oturunuz! Paşa hemen dışarı çıkınız, daha istifanâmenizin (Askerlikten istifanın) mürekkebi kurumadan kongre üzerinde bir te’sîr icrâ etmek için bu kıyafetle gelmenize çok teessüf ederim. Hemen çıkınız, başka bir elbise ile gelirsiniz” diyerek elimle de kapıyı gösterdim.

Sarı olan Mustafa Kemal o sırada yeşil bir renk aldı. Ve kongre salonunu mevtâî (ölü gibi) bir sükûn kapladı. Yalnız yanımda oturan Rauf Bey:

“- Zeki ne yaptın” diyerek, o kudretli elleriyle sol bacağımı öyle bir sıktı ki, tam bir hafta siyah kaldı.

Mustafa Kemal Paşa üç dakika süren bu sükûtu, rolünü değiştirmek suretiyle bir aktör vaziyeti aldı:

“- Efendiler, şimdi bu dakikada kanaat getirdim ki, bu memleket hiçbir vakit istiklâlini zâyi etmeyecek. Bilakis parlak istikballere mazhar olacaktır. Zirâ içimizde medenî cesâretini hiçbir kuvvetin eğemeyeceğini ben de îman ettiğim (eliyle beni göstererek) böyle şahıslar oldukça bizler yaşayacağız. Bu bizim hakkımızdır.”

Bana doğru bir adım atarak elini uzattı ve sivil elbisesi olmadığı için bunlarla gelmeye mecbur olduğunu beyân-ı itizar etmesi (özür dilemesi) üzerine cevâben:

“- Paşa, paşa üzerindeki hâkî elbise bizim için kâfî idi. Paşalık işaretlerini kaldırınız, Avcı biçimi sivil bir elbise olur. Nitekim içimizde o kıyafette birkaç arkadaşımız da vardır. Size ise yevmî (günlük) giyilen askerî üniformaya da kanaat etmeyerek büyük üniforma, yâverî kordonu ve bütün nişanlarınızla buraya gelmeniz çok açık söyleyeyim ki hüsnüniyete delâlet etmez. Bununla beraber burada oturamazsınız. Tâ ki sivil giymedikçe burayı şimdi terk etmeniz icâb ediyor. Aksi takdirde biz salonu terk ederiz.”

Mustafa Kemal Paşa vaziyetin başka türlü çıkar yolu olmadığını görünce hemen geriye dönerek salondan çıkmak sûretiyle kongreyi terk etti. Iki dakika sonra otomobilinin zartazurtasi işitildi.

Bu hâdise murahhaslar üzerinde henüz kavrayamadıkları derin bir te’sîr bıraktı. Herkes yanındaki arkadaşlarıyla hasbihâle daldı.

Rauf Bey:

“- Zeki, bu darbe çok ağır oldu, îtirâf ederim ki, haklısın lâkin bu kadar sert ve haşin hakarete lüzum yoktu.”

Ben de cevâben:

“- Peki, siz de bir bahriye amirali üniformasını niçin giymediniz? Daha başlangıçta bu harekete ne mânâ vardı. Biz Karabekir ile böyle görüşmedik. Benim kimseden korkum ve âmâlim yoktur. Tek bir emelim vardır ki, o da hepinizin düşündüğü gibi vatanımın istiklâlidir” dedim.

Tam bu sırada kapıcı gelerek Karabekir’in geldiğini ve beni görmek istediğini söyledi. Paşa’yı içeride bir odada ayakta gezinirken gördüm.

“Buyurun Paşam, emirleriniz!..” dedim.

Karabekir:

“- Aman Zeki Bey burada bir hâdise cereyân etmiş, Mustafa Kemal paşa ağır bir hakaretle kongre hâricine çıkarılmış.”

“- Hayır, hayır Paşa hakaret filan değil hiçbir şey yoktur. Yalnız Mustafa Kemal Paşa Cuma selâmlığına gideceğine zâhib olarak büyük üniforma nişanlarıyla Yâverân-ı Hazret-i Padişâhî kordonu ile teşrif ettiler. Bendeniz de cevâben: ‘- Paşam, yanlış geldiniz, lütfen dışarı çıkınız da sivil elbise ile teşrif edersiniz’ dedim. Elbisesi olmadığından bahsetti. Ben de bu hâkî elbisenin üzerindeki bütün alâmetler kaldırıldığı takdirde mükemmel bir avcı sivil elbisesi olacağını söyledim. Çıktı gitti. Zirâ o kıyafetle biz Paşa’yı hiçbir vakit kongreye kabul edemezdik!.” diyerek Karabekir’in gözlerinin içine baktım.

Karabekir çok dalgın ve müteessir idi. Yalnız:

“- Yâ büyük üniforma ile geldi hâ!” dedi. Ben de:

“- Yâverleri de öyle geldi paşam, yalnız kendisi değil.” [dedim] [2]

Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in anlattıkları böyle…

Ama, “hayır yalan, Atamı kimse kovamaz” diyenler çıkabilir. Bu nedenle biz başka bir kaynak daha zikredelim.

Kazım Karabekir Paşa da hatıratında bu hadiseye birkaç defa temas etmiştir. Mesela bir yerde şöyle diyor:

“Zeki Bey Erzurum Kongresinde Gümüşhane murahhası idi. Mustafa Kemal Paşa mirliva üniforması ve yaveri hazreti padişahî kordonu ile riyaset kürsüsüne çıktığı zaman: Paşa, üniformanı ve kordonlarını çıkar da öyle gel! diyerek Mustafa Kemal Paşayı sivil elbise giymeğe mecbur etmişti.”[3]

Kazım Karabekir Paşa aynı sayfada, 29.04.1336 (1920) tarihli ve “Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzalı bir telgrafa yer veriyor… Yani Erzurum Kongresi’nde yaşanan olayın üzerinden henüz bir sene bile geçmeden. M. Kemal’den gelen telgrafta, Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in gerektiğinde sıkı tarassud altına alınması ve tevkif edilmesi, hatta hiyaneti vataniye kanunu ile cezalandırılması istenmektedir. Karabekir Paşa, “bir meb’usu (milletvekilini) ciheti askeriye nasıl sıkı tarassut altına alacaktır?” diyerek M. Kemal’i eleştirdikten sonra şöyle diyor:

“Işte Mustafa Kemal Paşaya karşı ilk ve kuvvetli bir muhalif çehre gösteren bu meb’usun tarassud, tevkif ve hiyaneti vataniye ile ittihamı gibi sırasile ağırlaşan cezaya çarptırılmasını Mustafa Kemal Paşa emrediyordu.”[4]

KAYNAKLAR:

[1] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 64.

[2] Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in Hatıraları, (Hazırlayan Ömer Faruk Lermioğlu), Sebil Yayınevi, Istanbul 2007, sayfa 58 ve devamı.

[3] Kâzım Karabekir, Istiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1960, sayfa 679. Kâzım Karabekir Paşa, 83 ve 252′inci sayfalarda da bu hadiseye temas ediyor.

[4] Kâzım Karabekir, Istiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1960, sayfa 678, 679.

Atatürk ve Din Yok Milliyet Var Safsatası

14 Nisan 2013 Pazar tarihinde yazılmıştır.

Okuyamayanlar için, M. Kemal Atatürk’ün bu kitaba tepkisini gösteren yazıyı aynen aktarıyoruz: “Milletvekili Ruşenî Eşref Barkın 1926′da yazdı. Atatürk’ün kenar notları: “Aferin! Alkışlar!” (Resim %100 Osmanlı sitesinden alıntılanmıştır) *** Kemalist devrimciler, Halifeliğin kaldırılmasından itibaren laiklik adına dine karşı birçok adımlar atmışlardır. Zira bunlar, pozitivist, materyalist ve darvinist görüşlerin tesiri altındaydılar. Dinden boşalan yer, kemalizmle / ulusculukla doldurulmak istenmiştir.[1] Bu bakımdan ilginç bir belge, Cumhurbaşkanlığı Köşkündeki Kütüphanede bulunan “Din Yok, Milliyet Var” başlıklı IV+247 sayfalık bir yazmadır.[2] Yazar “Birkaç Söz” başlığı ile yazdığı önsöze şu ilk cümleyle başlıyor: “Bu kitabı, dinlerin iç yüzünü milletime göstermek ve milletimi bu beladan kurtarmak için yazdım!..” Bu cümle ile başlayan bir eserin nasıl devam edeceğini tahmin etmek güç olmasa gerektir. Biz yine de bir-iki cümle alıntılayalım: “Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren “ulusalcılığımız”dır. O halde felsefemizde “din” sözcüğünün tam karşılığı “ulusalcılıktır.” Ulusunu seven, ulusunu yükselten ve ulusuna dayanan insan, her zaman güçlü, her zaman namuslu ve her zaman onurlu bir insandır. Yüksek bir ulusun, ulusalcı bireyleri, ak günde mutlu, kara günde dayanıklı ve kanlı günde ezicidir.” Bu kadar yeterli sanırım… “Ruşenî” imzasıyla, 1926 Ekim ayında Istanbul Erenköy’de kaleme alınan bu deneme, M. Kemal Atatürk tarafından okunarak bazı yerlerine “alkışlar” bazı yerlerine “bravo” veya “aferin” şeklinde işaret ve notlar konulmuştur. Denemenin yazarı IV, V ve VI. dönemlerde Samsun milletvekilliği yapmış olan Ruşenî Barkur’dur. Hatırlayalım, o tarihlerde milletvekilleri M. Kemal tarafından atanmaktaydı.[3] Yani yazar dine hakaret ettiği halde ödüllendirilmiştir. Soruyorum, böyle bir adamı ve rejimini sevmek bir Müslümana yakışır mı?