Yıllar önce, tarih ders kitaplarına yanlışlıkla konulan ve Yavuz'u küpeli olarak gösteren bir resimle ortaya çıkan hata bir türlü düzelmiyor.
Daha önce yazdık, ayrıca bu konuda kitap bile çıkardık. Benden önce ve sonra bu konuda başka kalem oynatanlar da oldu ama Yavuz'un küpesi bir türlü kulağından çıkmadı. Halkımızın elçiliklerimizde gerekli itibarı göreceğini söyleyen Berlin Büyükelçimiz Hüseyin Avni Karslıoğlu, kulağındaki küpeyle ilgili bilgi verirken, "Yavuz Sultan Selim, kendisinin Allah'ın ve halkın hizmetkârı olduğunu ifade etmesi için küpe takardı. Benim de küpe takmamın anlamı budur" şeklinde konuşmuş.
Halkımıza elçiliklerimizde yıllarca iyi davranılmadığı konusunda haklı olan Berlin Büyükelçimiz, Yavuz'un küpesi konusunda ise yanılıyor. Bu yanılgının sebebi yıllardan beri bize Yavuz diye öğretilen küpeli resimden kaynaklanıyor.
Küpe rivayetleri
Yavuz Sultan Selim denince aklımıza hep kulağı küpeli, palabıyıklı bir resim gelir. Yavuz'a ait olmayan ve daha sonraki dönemde yapılmış olan bu resim tarih ders kitaplarında kullanıldığı için herkes Yavuz'u böyle tanır. Hatta kulağındaki küpenin sebebi üzerine birçok hikâye uydurulmuştur. En ilginç rivayetlerden biri Yavuz Sultan Selim kılık değiştirerek Tebriz'e gidip, Şah İsmail'i satrançta yenince şahın, Şehzade Selim'e yenilginin hırsıyla bir tokat atması üzerine, Yavuz'un da bu tokat kulağıma küpe olsun diye küpe takmasıdır.
Bir diğer rivayete göre de Yavuz Sultan Selim İslamiyet'in kutsal topraklarına hakim olunca "Hadimü'l-Haremeyn", yani Haremeyn'in hizmetkârı olduğunu göstermek için küpe takmıştır. Yavuz Sultan Selim'e ait olduğu iddia edilen küpeli resim daha sonraki yüzyıllara ait bir Avrupalı ressam tarafından yapılmıştır ve Birinci Selim'le uzaktan yakından ilgisi yoktur. Ancak Avrupalılar tarafından yapılan başka portrelerde de Yavuz'un küpeli resimlerine rastlanır.
Yavuz'u gösteren 16. yüzyıla ait ve daha sonraki dönemlerde çizilmiş minyatürlerde sultanın kulağında küpe olmadığı gibi, portresi de çok farklıdır. Ayrıca "Selimname" isimli Yavuz'un hayatını anlatan kitaplarda sultanın küpe taktığına dair bir bilgiye rastlanılmaz.
Eski bir gelenek
Türkmenler arasında küpe takmak bir gelenektir. Nitekim 1473'te Otlukbeli'nde Fatih Sultan Mehmed ile savaşan Akkoyunlu Türkmenleri'nde küpe takanlar vardı. Ayrıca bazı tarikatlarda dervişler dünyadan ve dünyevi nesnelerden soyutlandıklarını göstermek için mengüş (küpe) takarlardı. Bu iki gelenek de Yavuz Sultan Selim'e değil Akkoyunlular'ın topraklarında Safevi Devleti'ni kuran Şah İsmail'e uymaktadır. Nitekim Türk tarihinin en önemli isimlerinden biri olan Şah İsmail'in küpeli minyatürleri vardır.
Yıllar önce Yavuz'un küpeli resmindeki yanlışlığa dikkat çeken Nezih Uzel, küpeli hükümdar resminin Şah İsmail veya Şah Cihan olabileceğini söylemiştir. Ancak resimdeki giyim tarzı ve küpe Şah Cihan'dan daha ziyade bir başka Babür hükümdarı Cihangir'e uymaktadır.
Yavuz denilen resim günümüzde Topkapı Sarayı'nda bulunuyor. Anlatılanlara göre diğer müzelerden saraya gelmiş ve burada bu resmin Yavuz'a ait olduğuna kanaat getirilmiş. Bu resim tarih ders kitaplarında kullanılınca da herkesin kafasında gerçeğinden çok farklı bir Yavuz Sultan Selim oluşmuştur.
Yasin-i Şerif okunurken vefat etti
Yavuz ömrünün son günlerinde Edirne'ye gitmişti. Buraya gitmeden önce sırtında çıkan şirpençe denilen bir çıbandan muzdaripti. Bu çıbanı hamamda sıktırıp, ovdurtması ve ardından Edirne'ye atla gitmeye çalışması hastalığını iyice artırdı. Padişahın hastalığı artınca Çorlu yakınlarında babası ile savaştığı yerde, 40 gün konaklandı. Yavuz'un hastalığı günden güne iyice ağırlaştı.
Sultanın hastalığı boyunca yanında gece gündüz musahibi Hasan Can vardı. 1520 yılının 21 Eylül'ünü 22 Eylül'e bağlayan gecede ikisinin aralarında şu konuşma cereyan etmişti:
Yavuz, musahibine "Hasan Can bu ne haldir" diye sorunca, Hasan Can, "Sultanım Cenabı Hakk'a teveccüh edip Allah'la beraber olacak zamandır" cevabını verdi. Yavuz "Bizi bunca zamandan beri kiminle bilirdin? Cenabı Hakka teveccühümüzde kusur mu gördün" deyince Hasan Can, "Hâşâ ki bir zaman zikr-i Rahman'dan şaştığınızı görmedim. Lâkin bu zaman başka zamana benzemediğinden ihtiyareten cesaret eyledim" dedi.
Yavuz, bu cevaptan sonra Hasan Can'a "Sure-i Yasin tilavet eyle" dedi ve onunla birlikte okumaya başladı. Yasin Suresi'nin ikinci okunuşu sırasında "Selâm" Ayeti'ne gelindiği zaman Yavuz Sultan Selim ruhunu teslim etmişti.
Az zamanda çok işler başarmıştı
Yavuz Sultan Selim, ortadan uzun boylu, kırmızı ve yuvarlak yüzlü, koç burunlu, çatık kaşlı, sert bakışlı, sakalı tıraşlı, bıyıklı, asabî mizaçlı bir hükümdardı. Çok cesur ve çok sertti. Gerçek bir harp dehası olan Yavuz Sultan Selim Osmanlı tarihinin en büyük mareşali idi.
Devlet hazinesinin dolu olmasını ister, israf ve ihtişamdan hoşlanmazdı. Hesap yapmadan, bilgi toplamadan ve tedbirini almadan sefere çıkmazdı. Meraklı bir hükümdardı. Mısır'dayken Nil'in kaynağını ve piramitleri araştırmıştı. Okumayı severdi. Vassaf tarihini ve diğer tarih kitaplarını tetkik etmişti. Arapça ve Farsça'ya hakim olan Yavuz Sultan Selim iyi bir şairdi. Farsça bir divanı vardır.
Şam'da Muhyiddin Arabî için bir cami, imaret ve türbe yaptırdı. Konya'daki Mevlana Dergâhı'na da su tesisi inşa ettirmişti. Oğlu Kanunî ise İstanbul'da babası adına bir cami ve türbe inşa ettirdi.
Yavuz'u en iyi şeyhülislam ve tarihçi İbn Kemal'in, sadeleştirmesini verdiğimiz şu mısraları anlatır:
Az zamanda çok işler başarmıştı,
Onun gölgesi bütün cihanı kaplamıştı.
Sultan Selim devrinin güneşi idi.
İkindi gölgesi uzar ama zamanı kısadır
Öldü Sultan Selîm, eyvah göçüp gitti
Artık ona hem kılıç, hem kalem ağlasın.
Erhan Afyoncu
(Bugün, 29.01.2012)
Yavuz Sultan Selim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yavuz Sultan Selim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yavuz'un pala bıyıklarının Hz. Peygamber'in sünnetine uymadığı söylenmektedir. Doğrusu nedir?
Burak tarafından
tarihinde yazılmıştır.
İslâm Hukuku'nda, Hz. Peygamber'in "Bıyıkları kısaltınız, sakalları da bırakınız" manasını ifade eden hadisi sebebiyle, bıyıkların kısaltılması sünnettir. Ancak bunun tek istisnası, düşmana heybetli görünmek için, gazilerin bıyıklarını uzatmasının caiz görülmesidir. Nitekim Ebüssuud Efendi de bir fetvâsında bu hakikati dile getirmiştir:
"Sûfiler bıyıkları dibinden kırkmak sünnetdir deyü i'tikad eyleseler, şer'an mezbûrlara nesne lâzım olur mı? El Cevâb: İftirâdan ictinâb etmek lâzımdır. Mesnûn olan kaş mikdârı kalınca almaktır. Ol dahi gazilerden gayrıyadır. Gâziler uzatmak mendûbdur; adüvve (düşmana) heybetli görünmek içün."
İşte gerçek bir gâzi olan Yavuz'un pala bıyıklarının hikmeti ve şer'î dayanağı budur.
Prof. Dr. Ahmed Akgündüz
(Bilinmeyen Osmanlı, OSAV Yayınları,
Ağustos 1999, İstanbul, sf. 149.)