Blogumdaki yazıya yorum yapılmıştır. Hoş geldiniz, yorum yapmaktan çekinmeyiniz.

Kemalistler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kemalistler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Atatürk’ün Erzurum Kongresi’nden kovulması

16 Nisan 2013 Salı tarihinde yazılmıştır.


TBMM II. Dönem Gümüşhane Milletvekili Kadirbeyoğlu Zeki Bey


Bazı kimseler Erzurum Kongresi’ni M. Kemal’in topladığını zannediyor. M. Kemal’in, kongreyi toplamak şöyle dursun, katılabilmesi bile ancak Dursunbeyzade Cevad Bey’in istifa etmesiyle mümkün olabilmiştir.[1] Yani istifa eden olmasaydı kongreye dahi katılamazdı. Hatta kongreye nişanlarla süslü büyük üniformasıyla katılmak istemesi üzerine, sonradan TBMM II. Dönem Gümüşhane Milletvekili olan Kadirbeyoğlu Zeki Bey tarafından kovulmuştur.

Kadirbeyoğlu Zeki Bey, bu hadiseyi hatıralarında şöyle anlatmaktadır:

“Camekanlı kapı açılır açılmaz bütün ihtişâmı ile büyük üniformasıyla kaşıklı, püsküllü apoletleriyle irili-ufaklı umum nişanlarıyla ve Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî kordonu ile arkasında da yüzbaşı Cevad ve diğeri Mülâzım Receb Zühdü aynı büyük üniforma ile içeri girmesinler mi!.. Zavallı millet. Öteden beri şatafat bu dârât (gösteriş) ve bu debdebenin zebûnu değil midir? Isterse olmasın kafasına vurarak oldurur.

Böyle alıştırılmış devir her ne olursa olsun ismine ne nâm verilirse verilsin büyük, buradaki büyüklük ilmen ve irfânen değil mevkî itibâriyle bu nâmı ihrâz edenler alt taraflarındakine dâima hakaretle bakmayı, hin-î hâcette (gerektiği zaman) tahta kurusu gibi onları ezmeyi ve mutlak olarak kendilerine itaat ettirmeyi isterler.

Mustafa Kemal Paşa bu hareketiyle murahhaslar üzerinde yapacağı te’sîri çok iyi olarak keşfetmişti. Ve nitekim öyle de çıktı.

O dârât, debdebe ile kılıç şakırdılarına karşı murahhaslar (delegeler) hep birden ayaklanmasınlar mı? Işte o vakit taş kafamdan fırladı, ayağa kalkmayan ben ve Rauf Bey’den başka kimse kalmadığını görünce ben de yerimden fırladım. Gayet sert ve haşin bir sadâ ile:

“- Efendiler oturunuz! Paşa hemen dışarı çıkınız, daha istifanâmenizin (Askerlikten istifanın) mürekkebi kurumadan kongre üzerinde bir te’sîr icrâ etmek için bu kıyafetle gelmenize çok teessüf ederim. Hemen çıkınız, başka bir elbise ile gelirsiniz” diyerek elimle de kapıyı gösterdim.

Sarı olan Mustafa Kemal o sırada yeşil bir renk aldı. Ve kongre salonunu mevtâî (ölü gibi) bir sükûn kapladı. Yalnız yanımda oturan Rauf Bey:

“- Zeki ne yaptın” diyerek, o kudretli elleriyle sol bacağımı öyle bir sıktı ki, tam bir hafta siyah kaldı.

Mustafa Kemal Paşa üç dakika süren bu sükûtu, rolünü değiştirmek suretiyle bir aktör vaziyeti aldı:

“- Efendiler, şimdi bu dakikada kanaat getirdim ki, bu memleket hiçbir vakit istiklâlini zâyi etmeyecek. Bilakis parlak istikballere mazhar olacaktır. Zirâ içimizde medenî cesâretini hiçbir kuvvetin eğemeyeceğini ben de îman ettiğim (eliyle beni göstererek) böyle şahıslar oldukça bizler yaşayacağız. Bu bizim hakkımızdır.”

Bana doğru bir adım atarak elini uzattı ve sivil elbisesi olmadığı için bunlarla gelmeye mecbur olduğunu beyân-ı itizar etmesi (özür dilemesi) üzerine cevâben:

“- Paşa, paşa üzerindeki hâkî elbise bizim için kâfî idi. Paşalık işaretlerini kaldırınız, Avcı biçimi sivil bir elbise olur. Nitekim içimizde o kıyafette birkaç arkadaşımız da vardır. Size ise yevmî (günlük) giyilen askerî üniformaya da kanaat etmeyerek büyük üniforma, yâverî kordonu ve bütün nişanlarınızla buraya gelmeniz çok açık söyleyeyim ki hüsnüniyete delâlet etmez. Bununla beraber burada oturamazsınız. Tâ ki sivil giymedikçe burayı şimdi terk etmeniz icâb ediyor. Aksi takdirde biz salonu terk ederiz.”

Mustafa Kemal Paşa vaziyetin başka türlü çıkar yolu olmadığını görünce hemen geriye dönerek salondan çıkmak sûretiyle kongreyi terk etti. Iki dakika sonra otomobilinin zartazurtasi işitildi.

Bu hâdise murahhaslar üzerinde henüz kavrayamadıkları derin bir te’sîr bıraktı. Herkes yanındaki arkadaşlarıyla hasbihâle daldı.

Rauf Bey:

“- Zeki, bu darbe çok ağır oldu, îtirâf ederim ki, haklısın lâkin bu kadar sert ve haşin hakarete lüzum yoktu.”

Ben de cevâben:

“- Peki, siz de bir bahriye amirali üniformasını niçin giymediniz? Daha başlangıçta bu harekete ne mânâ vardı. Biz Karabekir ile böyle görüşmedik. Benim kimseden korkum ve âmâlim yoktur. Tek bir emelim vardır ki, o da hepinizin düşündüğü gibi vatanımın istiklâlidir” dedim.

Tam bu sırada kapıcı gelerek Karabekir’in geldiğini ve beni görmek istediğini söyledi. Paşa’yı içeride bir odada ayakta gezinirken gördüm.

“Buyurun Paşam, emirleriniz!..” dedim.

Karabekir:

“- Aman Zeki Bey burada bir hâdise cereyân etmiş, Mustafa Kemal paşa ağır bir hakaretle kongre hâricine çıkarılmış.”

“- Hayır, hayır Paşa hakaret filan değil hiçbir şey yoktur. Yalnız Mustafa Kemal Paşa Cuma selâmlığına gideceğine zâhib olarak büyük üniforma nişanlarıyla Yâverân-ı Hazret-i Padişâhî kordonu ile teşrif ettiler. Bendeniz de cevâben: ‘- Paşam, yanlış geldiniz, lütfen dışarı çıkınız da sivil elbise ile teşrif edersiniz’ dedim. Elbisesi olmadığından bahsetti. Ben de bu hâkî elbisenin üzerindeki bütün alâmetler kaldırıldığı takdirde mükemmel bir avcı sivil elbisesi olacağını söyledim. Çıktı gitti. Zirâ o kıyafetle biz Paşa’yı hiçbir vakit kongreye kabul edemezdik!.” diyerek Karabekir’in gözlerinin içine baktım.

Karabekir çok dalgın ve müteessir idi. Yalnız:

“- Yâ büyük üniforma ile geldi hâ!” dedi. Ben de:

“- Yâverleri de öyle geldi paşam, yalnız kendisi değil.” [dedim] [2]

Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in anlattıkları böyle…

Ama, “hayır yalan, Atamı kimse kovamaz” diyenler çıkabilir. Bu nedenle biz başka bir kaynak daha zikredelim.

Kazım Karabekir Paşa da hatıratında bu hadiseye birkaç defa temas etmiştir. Mesela bir yerde şöyle diyor:

“Zeki Bey Erzurum Kongresinde Gümüşhane murahhası idi. Mustafa Kemal Paşa mirliva üniforması ve yaveri hazreti padişahî kordonu ile riyaset kürsüsüne çıktığı zaman: Paşa, üniformanı ve kordonlarını çıkar da öyle gel! diyerek Mustafa Kemal Paşayı sivil elbise giymeğe mecbur etmişti.”[3]

Kazım Karabekir Paşa aynı sayfada, 29.04.1336 (1920) tarihli ve “Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal” imzalı bir telgrafa yer veriyor… Yani Erzurum Kongresi’nde yaşanan olayın üzerinden henüz bir sene bile geçmeden. M. Kemal’den gelen telgrafta, Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in gerektiğinde sıkı tarassud altına alınması ve tevkif edilmesi, hatta hiyaneti vataniye kanunu ile cezalandırılması istenmektedir. Karabekir Paşa, “bir meb’usu (milletvekilini) ciheti askeriye nasıl sıkı tarassut altına alacaktır?” diyerek M. Kemal’i eleştirdikten sonra şöyle diyor:

“Işte Mustafa Kemal Paşaya karşı ilk ve kuvvetli bir muhalif çehre gösteren bu meb’usun tarassud, tevkif ve hiyaneti vataniye ile ittihamı gibi sırasile ağırlaşan cezaya çarptırılmasını Mustafa Kemal Paşa emrediyordu.”[4]

KAYNAKLAR:

[1] M. Kemal Atatürk, Nutuk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, 9. Baskı, Milli Eğitim Basımevi, Istanbul 1969, cild 1, sayfa 64.

[2] Kadirbeyoğlu Zeki Bey’in Hatıraları, (Hazırlayan Ömer Faruk Lermioğlu), Sebil Yayınevi, Istanbul 2007, sayfa 58 ve devamı.

[3] Kâzım Karabekir, Istiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1960, sayfa 679. Kâzım Karabekir Paşa, 83 ve 252′inci sayfalarda da bu hadiseye temas ediyor.

[4] Kâzım Karabekir, Istiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, Istanbul 1960, sayfa 678, 679.

Küfürbaz ve bizi anlamayan Kemalistlere

14 Nisan 2013 Pazar tarihinde yazılmıştır.

Küfürbaz ve bizi anlamayan Kemalistlere “İbrahim, babasına ve milletine: ‘Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?’ demişti.” (Enbiyâ Suresi 52) *** Üzülerek görüyorum ki, bazı kimseler hiçbir yazımızı okumadan, anlamadan ağza alınmayacak küfürler ediyorlar. Bizim yazılarmızda küfür var mı? Hakaret var mı? Biz M. Kemal ve emsalinin gerçek hüviyetlerine dair konular paylaşıyoruz ve kaynaklarını da veriyoruz… Uydurmuyoruz. M. Kemal’i yıllarca mekteplerde resmi ideoloji gereği insanüstü, “dünyayı kurtaran adam” kıvamında anlattıkları, daha doğrusu telkin ettikleri için, paylaşımlarımız ona hakaret gibi algılanıyor. Oysa paylaştıklarımız muteber kaynaklara dayanmaktadır. Şimdi yazacaklarımı hakaret olarak kabul etmeyin, yanlış anlamayın. Ben hakikaten sizleri seviyorum ve sadece Islam’a aykırı fiillerinize düşmanım. Elimden geldiğince sizlere doğruları anlatmaya çalışıyorum ama sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi, gerçekler acıdır. Soruyorum size, M. Kemal ve avenesinin yaptığı birtakım yanlışları ve Islam aleyhindeki icraatlarını paylaşmamız, sizleri neden çılgına çeviriyor? Açık konuşalım… Çünkü size empoze edilen Atatürk kültü beyininizi dumura uğratmış ve bu konuda düşünme mekanizmanızı devre dışı bırakmıştır. Maalesef beyniniz ideolojik telkinle o denli işlevsiz hale getirilmiş ki; 8 silindir 300 beygirlik ve ultrasonic performans bujiler ile donatılmış bir motoru da taksak, yine de beyninizi çalıştıramaz. O denli ideolojik telkine maruz kalmışsınız ki; gözlerinize teleskop dayasak görmez, kulaklarınızın dibinde megafon ile haykırsak duymazsınız. Çünkü arıza, herşeyin baslangıç noktası olan “kalbinizde.” Kalbinize bir put dikilmiş… Atatürk putu… Dolayısıyla Atatürk’ü sorgulayamıyorsunuz… Hatta o kadar sorgulayamıyorsunuz ki, “Beyt-i Huda” yani Allahu Teala’nın evi olması gereken “kalbinize” dikilen put; Rabbimizin emirlerine açıkça muhalefet ettiği halde onu savunuyorsunuz. Cenab-ı Hakk’a karşı putu savunuyorsunuz… Burada M. Kemal’in içki içmesi, fuhuş yapması gibi kendi nefsine ettiği zulümlerden bahsetmiyoruz. Evet kabul ediyorum, bazı sayfalarda M. Kemal’e hatta annesine çirkin küfürler ediyorlar… Inanın bu bizi de rahatsız ediyor ve asla tasvip etmiyoruz. Ancak biz, Islam aleyhindeki uygulamalarından, zorla dayattığı sistemden ve müslümanlara verdiği zarardan söz ediyoruz. Çünkü Kur’an’ın belirttiği gibi, bizi diğer ümmetlerden ayıran ve üstün kılan vasıf; “Iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak”tır. M. Kemal’in uygulamaları ve sistemi müslümanlara zarar verdiğinden ve Islam ile bağdaşmadığından, dolayısıyla “kötü” olduğundan; müslüman bireyler olarak bundan sakındırmak bizim vazifemizdir. Aksi halde kötülükten sakındırmayan yahudilere benzemiş oluruz ki maazallah hüsrana uğrarız. Bizim yaptığımız, tıpkı Firavun’un ve emsalinin Kur’an’da anlatılmasına benzemektedir… Onlar da Alemlerin Rabbinin dünyadaki hakimiyetine inanmıyorlardı. Onlar da kendi kanunlarını, Alemlerin Rabbinin kanunlarına tercih ediyorlardı. Biz müslümanlar olarak bize hayat veren ve tükenmez nimetler bahşeden Rabbimize hamd ve şükrederiz… Alemlerin Rabbine minnet ve şükran duygusu besleriz. Bizi O yarattı ve tükenmez nimetler ihsan etti. O bizi yaratmasaydı biz olmazdık… O olmasaydı nefes alamazdık. Hayatımızı O’na borçluyuz. O’nu sorgulamayız. Müslümanlar böyle demelidir, böyle inanmalıdır… Resmi ideoloji telkincileri de, kalbinize Atatürk putunu dikebilmek ve onun haşa Allahu Teala gibi sorgulanmamasını sağlayabilmek için; Atatürk olmasaydı biz olmazdık… Atatürk olmasaydı nefes alamazdık… Atatürk olmasaydı yok olurduk… Vs. vs. vs., gibi cümleler telkin ettiler, beyinleri bu sözler ile ipotek altına aldılar. Atatürk’e taptırmak istediler. En ufak bir eleştiride hemen “Atatürk olmasaydı…” diye başlayan cümleler kurmanız, resmi ideolojinin Atatürk’e taptırmak adına size yaptığı telkin seanslarının sonucudur. Bu seanslarda amaç, Atatürk’ün; 1 – Allahu Teala gibi sorgulanmaması, 2 – Allahu Teala’nın mertebesine çıkartılması, ortak yapılması, 3 – (Ve nihayet) Allah’ın kalbinizden çıkartılıp bir dikilitaş gibi Atatürk putunun dikilmesidir. Bunun delili ise, farklı düşünceye, eğitime, karaktere, mizaca ve fıtrata sahip insanların, Atatürk’ü savunmak adına söyledikleri ilk cümleye “Atatürk olmasaydı…” diye başlamalarıdır. Beyninizin yıkandığını bari buradan anlayın. Bu keyfiyet, beyne harici bir müdahalenin, bir programlanmanın en açık delilidir. Resmi ideolojinin amacı, yukarıdaki üçüncü ve nihai aşamada da görüldüğü üzere; kalbinizden Alemlerin Rabbini tamamen çıkarmak ve “Atatürk” putunu dikmektir. Ancak telkin seanslarının etkisine göre neticeler farklı olabiliyor. Bu durumda (tabiri caizse) bazı telkinzedeler Allahu Teala’yı kalbinden çıkarmamakla birlikte, M. Kemal’i aynı mertebeye çıkarıp O’na ortak yapıyorlar, ki bunlar yukarıda zikrettiğimiz ikinci kategoriye girmektedirler. Birinci kategoriye mensup kişiler de Allahu Teala’ya ortak koşmuyorlar ama az da olsa telkin seanslarının tesiriyle M. Kemal’i sorgula(ya)mıyorlar. Fakat hepsinin ortak özelliği, M. Kemal’i savunmak adına kurdukları cümlelere “Atatürk olmasaydı…” ile başlamalarıdır. Elhamdulillah, resmi ideoloji bizde ve bizim gibi inananlarda başarılı olamamıştır… Tabi bu işin zahiri yönü, metafizik boyutuna ise burada girecek değiliz, yalnız şu kadarını söyleyelim ki, Allahu Teala hem Hâdî yani hidayete erdiren sıfatına, hem de Mudil yani dalalete götüren sıfatına sahiptir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in Allahu Teala’dan getirdiği ve uyulmasını istediği kanunlar varken, neden ne idüğü belirsiz kişilerin (velev ki gönlüne esen ve) nereden geldiği belli olmayan kul yapımı kanunlarına tâbi olalım? Müslümanların yaşadığı bir ülkede, elbette Müslümanların kitabı ile hükmedilmelidir. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Işte bunun bilincinde olduğumuz için Allah’ın yardım ve inayetiyle resmi ideoloji bizim gibi inananlarda başarılı olamamıştır, elhamdulillah. Biz, Alemlerin Rabbine ortak koşmayız, O’nu inkar etmeyiz, O’nun koyduğu kanunları terk edip kul yapımı kanunları tercih etmeyiz, edeni de sevmeyiz, saymayız, savunmayız. Siz de böyle olun.

Kemalist rejimin Sultan II. Abdülhamid korkusu

tarihinde yazılmıştır.

Kemalist rejimin Sultan II. Abdülhamid korkusu Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Arpag, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün 20 Şubat 1935 tarihli bir yazısına atıfta bulunuyor ve “Neues Deutsches Lichtspiel Syndikat GmbH Berlin” adlı Alman şirketinin “Sultan II. Abdülhamid” filmi çekmek için girişimde bulunduğunudan söz ediyor. Almanya’nın yetkili Bakanlığı’na bu filmin yapılmaması hakkında teşebbüste bulunulmuş ve bu keyfiyet Türkiye Içişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. Içişleri Bakanı Şükrü Kaya da, 5 Mayıs 1935 tarihinde Başbakanlığa yazdığı bir yazıda, söz konusu yazıya atıfta bulunuyor ve “Bu tahrirata nazaran ‘Abdülhamid’ isimli filmde tadilat yapılarak çevrilmesine istenen müsaadenin verilmesinde mahzur gördüğümüzden, iş’arımız üzerine, Elçiliğimizin Alman Propaganda Bakanlığı nezdinde yaptığı teşebbüs neticesi olarak filmin yapılmaması hakkında Bakanlıkça icab edenlere kat’i şekilde emir verildiğini arz ederim,” diyor.[2]