Blogumdaki yazıya yorum yapılmıştır. Hoş geldiniz, yorum yapmaktan çekinmeyiniz.

İslam Düşmanları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslam Düşmanları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bunları..

16 Nisan 2013 Salı tarihinde yazılmıştır.



¥ l930′lu yılların Türkiyesi’nde Urla gibi bir Ege şehrinde bile insanların açlıktan öldüğünü…

¥ Ülkenin pek çok yerinde kefen bezi alacak kadar parası olmayan vatandaşların, Diyanet İşleri Başkanlığı’na müracaat ederek, ölülerini kefensiz gömme izni istediklerini, Başkan Şerafettin Yaltkaya’nın ise, herhangi temiz bir bezle kefenleyip defnedebileceklerine ilişkin “fetva” verdiğini…

¥ 950 yılına kadar liselerde ders kitabı olarak okutulan “Tarih II” isimli kitapta Kâbe’nin “tavla zarı”na benzetildiğini, “Hicret”în “kaçış” olarak nitelendiğini, Peygamber Efendimiz’den “Hicaz Peygamberi” olarak bahsedildiğini, buna mukabil yalancı peygamber Müseylime’nin bir hayli övüldüğünü ve Kur’an’ın “Muhammed’in fikirlerinin toplu olduğu kitap” şeklinde tanıtıldığını…

¥ Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu yıllarda, 75 bin lira gibi büyük paralar harcanarak heykel dikildiğini…

¥ Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin babaannesi Hayme Ana’nın Çarşamba Köyü’ndeki (Bilecik/ Domaniç) türbesini Sultan II. Abdülhamid’in tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle, zeminini Hereke halılarıyla kapladığını, ancak tek parti yönetimi döneminde o muhteşem halının türbeden alınarak, partinin İnegöl İlçe Merkezi’ne serildiğini, atlas perdelerin ise kaymakamlık binasında kullanıldığını…

¥ Osmanlı Devleti, cumhuriyete dönüştükten sonra, ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: “Herkes bu pasaportla alay ediyor, oysa eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb’asıyım ne olur bunu değiştirin” diye sefaret yetkililerine yalvardığını…

¥ 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gelişme yolunu tıkadığı ve Osmanlılarla savaştığı için Katolik Avrupa tarafından kendisine “Hıristiyanlığın şövalyesi” unvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan’ın ölüm döşeğinde, evlatlarına, “Bir gün korunmaya ihtiyaç duyarsanız, Asla Rus’a yanaşmayın, çünkü haindir, sizi yok eder. Kendinizi gönül rahatlığıyla Osmanlılara emanet edin, çünkü onlar âdil ve merhametlidirler” diye vasiyet ettiğini…

¥ 1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete oturan dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen’in, “Bu Suudi Arabistan’ın ilk tuzdan arıtma tesisidir” demesi üzerine, Fransız Büyükelçisinin, “Hayır ekselans, bu Suudi Arabistan’ın ikinci tuzdan arıtma tesisidir. İlkini sizin dedeleriniz (Osmanlılar) 1800′lü yılların sonunda gerçekleştirdiler” diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini…

¥ Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kaybettiğimiz topraklarda yaşayan çeşitli halkların Osmanlı’yı hâlâ hürmetle andığını, yaşlı bazı Cezayirlilerin ve Libyalıların boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktığını…

¥ Osmanlı Devleti’nin şahlanış dönemine rastlayan günlerde, Avrupalı papazların, Hıristiyan vatandaşlarını teselli etmek için, “Dünya hakimiyeti Türklere, Cennet de Hıristiyanlara verildi” şeklinde izahlar getirdiklerini (şimdi de biz öyle yapıyoruz), ama cemaatin çoğunun buna inanmadığını, “Dünyada dünyamızı elimizden alan alanlar, ahirette de cennetimizi alırlar” diye söylendiklerini…

BİLİYOR MUYDUNUZ?

Şapka giymeyenin asıldığı dönemde şapka fiyatları ne kadardı. Hiç düşündünüz mü?

tarihinde yazılmıştır.

Rıfat Börekçi, kuruma gönderdiği genelgede kendi görevlilerinin de şapka almaları gerektiğini, şapka fiyatlarının, memur maaşlarına oranla pahalı olduğu gerekçesiyle memurlarına 50′şer lira “şapka avansı” verileceğini bildirdi. Şapka fiyatları yükseldiği için bu avans 80 liraya çıkarıldı. Kaynak : Başbakanlık Cumhuri yet Arşivi, Diyanet Işleri Başkanlığı Katoloğu, 051.V41. 8.67.20, (6.11.1926). Şimdi bu parayı günümüze göre hesap edelim. 1926 yılında ekmeğin fiyatı 16 kuruş ve biz bunu düz hesap olarak 20 kuruş yapalım. 1 lira = 100 kuruş ve ekmeğin fiyatı 20 kuruş olduğuna göre 1 liraya 5 ekmek alınıyordu. Şapka avansı 80 lira olduğuna göre şapkanın fiyatı en az 80 lira. Yani o dönemde 1 şapkaya ödenecek parayla 80 x 5 = 400 ekmek alınıyordu. Günümüze göre uyarlayacak olursak, günümüzde ekmeğin fiyatı 50 kuruş ve o dönemde bir şapkayla 400 ekmek alındığına göre bir şapkanın günümüze göre hesabı 200 TL. Neredeyse bir takım elbise parası.

Atatürk ve Din Yok Milliyet Var Safsatası

14 Nisan 2013 Pazar tarihinde yazılmıştır.

Okuyamayanlar için, M. Kemal Atatürk’ün bu kitaba tepkisini gösteren yazıyı aynen aktarıyoruz: “Milletvekili Ruşenî Eşref Barkın 1926′da yazdı. Atatürk’ün kenar notları: “Aferin! Alkışlar!” (Resim %100 Osmanlı sitesinden alıntılanmıştır) *** Kemalist devrimciler, Halifeliğin kaldırılmasından itibaren laiklik adına dine karşı birçok adımlar atmışlardır. Zira bunlar, pozitivist, materyalist ve darvinist görüşlerin tesiri altındaydılar. Dinden boşalan yer, kemalizmle / ulusculukla doldurulmak istenmiştir.[1] Bu bakımdan ilginç bir belge, Cumhurbaşkanlığı Köşkündeki Kütüphanede bulunan “Din Yok, Milliyet Var” başlıklı IV+247 sayfalık bir yazmadır.[2] Yazar “Birkaç Söz” başlığı ile yazdığı önsöze şu ilk cümleyle başlıyor: “Bu kitabı, dinlerin iç yüzünü milletime göstermek ve milletimi bu beladan kurtarmak için yazdım!..” Bu cümle ile başlayan bir eserin nasıl devam edeceğini tahmin etmek güç olmasa gerektir. Biz yine de bir-iki cümle alıntılayalım: “Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren “ulusalcılığımız”dır. O halde felsefemizde “din” sözcüğünün tam karşılığı “ulusalcılıktır.” Ulusunu seven, ulusunu yükselten ve ulusuna dayanan insan, her zaman güçlü, her zaman namuslu ve her zaman onurlu bir insandır. Yüksek bir ulusun, ulusalcı bireyleri, ak günde mutlu, kara günde dayanıklı ve kanlı günde ezicidir.” Bu kadar yeterli sanırım… “Ruşenî” imzasıyla, 1926 Ekim ayında Istanbul Erenköy’de kaleme alınan bu deneme, M. Kemal Atatürk tarafından okunarak bazı yerlerine “alkışlar” bazı yerlerine “bravo” veya “aferin” şeklinde işaret ve notlar konulmuştur. Denemenin yazarı IV, V ve VI. dönemlerde Samsun milletvekilliği yapmış olan Ruşenî Barkur’dur. Hatırlayalım, o tarihlerde milletvekilleri M. Kemal tarafından atanmaktaydı.[3] Yani yazar dine hakaret ettiği halde ödüllendirilmiştir. Soruyorum, böyle bir adamı ve rejimini sevmek bir Müslümana yakışır mı?

Küfürbaz ve bizi anlamayan Kemalistlere

tarihinde yazılmıştır.

Küfürbaz ve bizi anlamayan Kemalistlere “İbrahim, babasına ve milletine: ‘Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?’ demişti.” (Enbiyâ Suresi 52) *** Üzülerek görüyorum ki, bazı kimseler hiçbir yazımızı okumadan, anlamadan ağza alınmayacak küfürler ediyorlar. Bizim yazılarmızda küfür var mı? Hakaret var mı? Biz M. Kemal ve emsalinin gerçek hüviyetlerine dair konular paylaşıyoruz ve kaynaklarını da veriyoruz… Uydurmuyoruz. M. Kemal’i yıllarca mekteplerde resmi ideoloji gereği insanüstü, “dünyayı kurtaran adam” kıvamında anlattıkları, daha doğrusu telkin ettikleri için, paylaşımlarımız ona hakaret gibi algılanıyor. Oysa paylaştıklarımız muteber kaynaklara dayanmaktadır. Şimdi yazacaklarımı hakaret olarak kabul etmeyin, yanlış anlamayın. Ben hakikaten sizleri seviyorum ve sadece Islam’a aykırı fiillerinize düşmanım. Elimden geldiğince sizlere doğruları anlatmaya çalışıyorum ama sizin de gayet iyi bildiğiniz gibi, gerçekler acıdır. Soruyorum size, M. Kemal ve avenesinin yaptığı birtakım yanlışları ve Islam aleyhindeki icraatlarını paylaşmamız, sizleri neden çılgına çeviriyor? Açık konuşalım… Çünkü size empoze edilen Atatürk kültü beyininizi dumura uğratmış ve bu konuda düşünme mekanizmanızı devre dışı bırakmıştır. Maalesef beyniniz ideolojik telkinle o denli işlevsiz hale getirilmiş ki; 8 silindir 300 beygirlik ve ultrasonic performans bujiler ile donatılmış bir motoru da taksak, yine de beyninizi çalıştıramaz. O denli ideolojik telkine maruz kalmışsınız ki; gözlerinize teleskop dayasak görmez, kulaklarınızın dibinde megafon ile haykırsak duymazsınız. Çünkü arıza, herşeyin baslangıç noktası olan “kalbinizde.” Kalbinize bir put dikilmiş… Atatürk putu… Dolayısıyla Atatürk’ü sorgulayamıyorsunuz… Hatta o kadar sorgulayamıyorsunuz ki, “Beyt-i Huda” yani Allahu Teala’nın evi olması gereken “kalbinize” dikilen put; Rabbimizin emirlerine açıkça muhalefet ettiği halde onu savunuyorsunuz. Cenab-ı Hakk’a karşı putu savunuyorsunuz… Burada M. Kemal’in içki içmesi, fuhuş yapması gibi kendi nefsine ettiği zulümlerden bahsetmiyoruz. Evet kabul ediyorum, bazı sayfalarda M. Kemal’e hatta annesine çirkin küfürler ediyorlar… Inanın bu bizi de rahatsız ediyor ve asla tasvip etmiyoruz. Ancak biz, Islam aleyhindeki uygulamalarından, zorla dayattığı sistemden ve müslümanlara verdiği zarardan söz ediyoruz. Çünkü Kur’an’ın belirttiği gibi, bizi diğer ümmetlerden ayıran ve üstün kılan vasıf; “Iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak”tır. M. Kemal’in uygulamaları ve sistemi müslümanlara zarar verdiğinden ve Islam ile bağdaşmadığından, dolayısıyla “kötü” olduğundan; müslüman bireyler olarak bundan sakındırmak bizim vazifemizdir. Aksi halde kötülükten sakındırmayan yahudilere benzemiş oluruz ki maazallah hüsrana uğrarız. Bizim yaptığımız, tıpkı Firavun’un ve emsalinin Kur’an’da anlatılmasına benzemektedir… Onlar da Alemlerin Rabbinin dünyadaki hakimiyetine inanmıyorlardı. Onlar da kendi kanunlarını, Alemlerin Rabbinin kanunlarına tercih ediyorlardı. Biz müslümanlar olarak bize hayat veren ve tükenmez nimetler bahşeden Rabbimize hamd ve şükrederiz… Alemlerin Rabbine minnet ve şükran duygusu besleriz. Bizi O yarattı ve tükenmez nimetler ihsan etti. O bizi yaratmasaydı biz olmazdık… O olmasaydı nefes alamazdık. Hayatımızı O’na borçluyuz. O’nu sorgulamayız. Müslümanlar böyle demelidir, böyle inanmalıdır… Resmi ideoloji telkincileri de, kalbinize Atatürk putunu dikebilmek ve onun haşa Allahu Teala gibi sorgulanmamasını sağlayabilmek için; Atatürk olmasaydı biz olmazdık… Atatürk olmasaydı nefes alamazdık… Atatürk olmasaydı yok olurduk… Vs. vs. vs., gibi cümleler telkin ettiler, beyinleri bu sözler ile ipotek altına aldılar. Atatürk’e taptırmak istediler. En ufak bir eleştiride hemen “Atatürk olmasaydı…” diye başlayan cümleler kurmanız, resmi ideolojinin Atatürk’e taptırmak adına size yaptığı telkin seanslarının sonucudur. Bu seanslarda amaç, Atatürk’ün; 1 – Allahu Teala gibi sorgulanmaması, 2 – Allahu Teala’nın mertebesine çıkartılması, ortak yapılması, 3 – (Ve nihayet) Allah’ın kalbinizden çıkartılıp bir dikilitaş gibi Atatürk putunun dikilmesidir. Bunun delili ise, farklı düşünceye, eğitime, karaktere, mizaca ve fıtrata sahip insanların, Atatürk’ü savunmak adına söyledikleri ilk cümleye “Atatürk olmasaydı…” diye başlamalarıdır. Beyninizin yıkandığını bari buradan anlayın. Bu keyfiyet, beyne harici bir müdahalenin, bir programlanmanın en açık delilidir. Resmi ideolojinin amacı, yukarıdaki üçüncü ve nihai aşamada da görüldüğü üzere; kalbinizden Alemlerin Rabbini tamamen çıkarmak ve “Atatürk” putunu dikmektir. Ancak telkin seanslarının etkisine göre neticeler farklı olabiliyor. Bu durumda (tabiri caizse) bazı telkinzedeler Allahu Teala’yı kalbinden çıkarmamakla birlikte, M. Kemal’i aynı mertebeye çıkarıp O’na ortak yapıyorlar, ki bunlar yukarıda zikrettiğimiz ikinci kategoriye girmektedirler. Birinci kategoriye mensup kişiler de Allahu Teala’ya ortak koşmuyorlar ama az da olsa telkin seanslarının tesiriyle M. Kemal’i sorgula(ya)mıyorlar. Fakat hepsinin ortak özelliği, M. Kemal’i savunmak adına kurdukları cümlelere “Atatürk olmasaydı…” ile başlamalarıdır. Elhamdulillah, resmi ideoloji bizde ve bizim gibi inananlarda başarılı olamamıştır… Tabi bu işin zahiri yönü, metafizik boyutuna ise burada girecek değiliz, yalnız şu kadarını söyleyelim ki, Allahu Teala hem Hâdî yani hidayete erdiren sıfatına, hem de Mudil yani dalalete götüren sıfatına sahiptir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’in Allahu Teala’dan getirdiği ve uyulmasını istediği kanunlar varken, neden ne idüğü belirsiz kişilerin (velev ki gönlüne esen ve) nereden geldiği belli olmayan kul yapımı kanunlarına tâbi olalım? Müslümanların yaşadığı bir ülkede, elbette Müslümanların kitabı ile hükmedilmelidir. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Işte bunun bilincinde olduğumuz için Allah’ın yardım ve inayetiyle resmi ideoloji bizim gibi inananlarda başarılı olamamıştır, elhamdulillah. Biz, Alemlerin Rabbine ortak koşmayız, O’nu inkar etmeyiz, O’nun koyduğu kanunları terk edip kul yapımı kanunları tercih etmeyiz, edeni de sevmeyiz, saymayız, savunmayız. Siz de böyle olun.

Kemalist rejimin Sultan II. Abdülhamid korkusu

tarihinde yazılmıştır.

Kemalist rejimin Sultan II. Abdülhamid korkusu Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Arpag, Matbuat Umum Müdürlüğü’nün 20 Şubat 1935 tarihli bir yazısına atıfta bulunuyor ve “Neues Deutsches Lichtspiel Syndikat GmbH Berlin” adlı Alman şirketinin “Sultan II. Abdülhamid” filmi çekmek için girişimde bulunduğunudan söz ediyor. Almanya’nın yetkili Bakanlığı’na bu filmin yapılmaması hakkında teşebbüste bulunulmuş ve bu keyfiyet Türkiye Içişleri Bakanlığı’na bildirilmiştir. Içişleri Bakanı Şükrü Kaya da, 5 Mayıs 1935 tarihinde Başbakanlığa yazdığı bir yazıda, söz konusu yazıya atıfta bulunuyor ve “Bu tahrirata nazaran ‘Abdülhamid’ isimli filmde tadilat yapılarak çevrilmesine istenen müsaadenin verilmesinde mahzur gördüğümüzden, iş’arımız üzerine, Elçiliğimizin Alman Propaganda Bakanlığı nezdinde yaptığı teşebbüs neticesi olarak filmin yapılmaması hakkında Bakanlıkça icab edenlere kat’i şekilde emir verildiğini arz ederim,” diyor.[2]

Müslümanım ama Atatürkçüyüm diyenlere ithaf olunur

tarihinde yazılmıştır.

Salih Bozok, M. Kemal ve Kılıç Ali ile aynı karede *** Son zamanlarda M. Kemal Atatürk’ü Müslüman bir profil olarak takdim etmek moda oldu. Mesela Müslümanım ama Atatürkçüyüm diyenlerin ekseriyeti Şapka kanunu çıkaran Atatürk’ün “kalpaklı” fotoğrafını internette Profil resmi yapıyor. Ne yazık ki mebzul miktarda insan böyle çelişkiler yumağı içinde bocalayıp duruyor. Bu modanın başla(tıl)masının yegane sebebi ise Müslümanların şuurlanmasıdır. Zira şuurlanan bir Müslüman; Hilafet’i, Kur’an’ı, Ezan’ı, Şeriat’ı vs. ülkemizde uygulamadan kaldıran bir adamı ve rejimini asla kabul etmez… Binaenaleyh rejimin sürdürülebilirliği açısından bir tehlike oluşturur. Hedefleri ise bunu önlemektir. Bu konuyu muhtelif yazılarımızda tafsilatlı olarak ele aldığımızdan[2] burada tekrar etmek istemiyoruz. Biz burada sadece M. Kemal’in yaveri ve yakın dostlarından Salih Bozok’un yaşadığı bir olayı nakletmekle iktifa edeceğiz. Umarım herkes payına düşeni alır. Özellikle de kendi hayalinde yaratmış olduğu bir adamı “Atatürk” olarak tanıyanlar… Atatürk’ün yaveri Salih Bozok anlatıyor: “Milli Mücadele esnasında bir gün M. Kemal Paşa’yla birlikte, ikamet ettikleri köşkün arka tarafındaki bağlarda geziniyorduk. Bağ evlerinin birinin önünde ihtiyar bir kadınla bir de erkeğe tesadüf ettik. Yanlarına sokulduk. Selam verdik. Şuradan buradan konuşurken ifadelerinden ve hallerinden Paşa’yı tanımadıklarını anladım. Kendilerine, “Siz Mustafa Kemal Paşa’nın köşküne çok yakın bulunuyorsunuz, acaba sık sık Paşa’yı görebiliyor musunuz?” diye sordum. Ihtiyar erkek, “Kabil mi efendim?.. Maiyetinde bulunan kara elbiseli muhafızları hiç kimseyi köşkün civarına sokmuyorlar. Bazen cuma namazında Hacıbayram Camii’nde tesadüf edecek olursam uzaktan görmeye muvaffak olabiliyorum” deyince Paşa’yla birbirimize bakıştık ve onun işaretleri üzerine ihtiyara fazla bir şey sormayarak biraz sonra oradan ayrıldık. Ikimiz de ihtiyarın söylediklerine hayretler içinde kalmıştık. Çünkü Paşa, cuma namazına gitmiyordu. Demek ki ihtiyar kendi hayalinde yaratmış olduğu bir adamı Mustafa Kemal olarak tanıyordu. Paşa’nın ak sakallı olduğunu da söylemişti…”

Siyonistlerin Protokolleri

tarihinde yazılmıştır.

8 – Müfrit nazariyelerle (kuramlarla) fikirler zehirlenmeli, gürültü ve kargaşalıklar yaratılmalı, içtimai sınıflar arasına kin ve itimatsızlık sokulmalı, 9 – Aristokratlara müthiş vergiler koyarak onları bunaltmalı, aralarına kin ve itimatsızlıklar saçmalı, 10 – Mal sahipleriyle işçilerin arasını bozmalı, grevler, sabotajlar tertib ettirmeli, 11 – Yüksek tabakanın manevi kuvvetini her çareye başvurarak kırmalı, 12 – Sanayiin ziraati ezmesine imkan vermeli, böylece köylü sınıfını ortadan kaldırmalı, 13 – Saçma nazariyeleri ortaya atarak halkı gayri kabil-i tatbik fikirlerle dolambaçlı yollara sevketmeli, 14 – Hayat pahalılığını körüklemeli, ücretleri arttırmalı, 15 – Beynelmilel mes’eleler ihdas ederek milletler arasına kin ve nefret tohumları serpmeli, 16 – Milletlerin mukadderatını tahsil ve terbiyeden mahrum kimselerin ellerine tevdi ettirmeli, 17 – Bütün hükumet şekillerini değiştirmeli, bir çok sırları ifşa etmeli, 18 – Meşru hükumet tarzlarından mutlak bir istibdada gitmeli, 19 – Siyasi, iktisadi buhranlar yaratmalı, servetleri mahvetmeli, 20 – Mali istikrarı bozmalı, iktisadi krizleri çoğaltmalı, spekülasyonlara, enflasyonlara yol açmalı, altını mahdud ellerde toplamalı, muazzam sermayeleri felce uğratmalı, 21 – Hükumetlerin ölümlerini hazırlamalı: Insaniyeti elem, ıstırab ve yoksulluk içine atmalı. 22 – (kitapta göremedik: Kadir Çandarlıoğlu) Teşkilat-ı Mahsusa’nın dikkatli tetkikleri neticesinde vardığımız hakikat şudur ki, 1892 denberi Dünyamız, bu zihniyetteki Yahudiler’le mücadele halindedir. Bunlar bir “Cihan Ihtilali” hazırlamaktadırlar. ********** KAYNAK: Hüsamettin Ertürk’ün Hatıraları, Iki Devrin Perde Arkası, kaleme alan: Samih Nafiz Tansu, Sebil Yayınevi, Istanbul 1996, sayfa 48, 49.