Blogumdaki yazıya yorum yapılmıştır. Hoş geldiniz, yorum yapmaktan çekinmeyiniz.

yavuz bülent bakiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yavuz bülent bakiler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Atatürkçü! Atatürk Düşmanı! Padişahçı! Yobaz

14 Nisan 2013 Pazar tarihinde yazılmıştır.

Atatürkçü! Atatürk Düşmanı! Padişahçı! Yobaz Türkiye’de en kolay işlerin başında “Atatürkçü olmak” geliyor. Yakanıza bir Atatürk rozeti takmak, meydanlara dökülerek “Atam izindeyiz!” diye bağırmak, bir Atatürk büstü önünde bir-iki dakikalık saygı duruşunda bulunmak veya oraya bir çelenk koymak... Atatürkçü olmak için kâfidir. Atatürk üzerine yazılmış tek kitap değil, tek sayfa bile okumanıza gerek yoktur. Müsbet ilimlerin temeli tenkittir. Tenkitsiz ilim olmaz. Tenkitsiz demokrasi olmaz. Tenkitsiz insan olmaz. Hür ve medeni bir dünyada, her şeyi tenkit edebilirsiniz. Ama Türkiye’de Atatürk’ü katiyyen tenkit edemezsiniz! Atatürk’ü tenkit etmenin ismi bizde “Atatürk düşmanlığı”dır. Atatürk düşmanlığı veya Atatürk’ü tenkit etmek, bin wolt gücündeki bir elektrik teline dokunmak gibi bir şeydir. İsmet Bozdağ’ın hazırladığı “Paşalar Kavgası” Atatürk üzerine okuduğum kitapların doksan birincisidir. “Her Yönüyle İnsan Atatürk” isimli kitap şimdi doksan ikinci araştırma olarak elimdedir. Ben herhangi bir kimsenin Atatürk’ü ciddi ölçüler içinde bir saat, iki saat tenkit etmesini büyük bir dikkatle, hatta büyük bir hayranlıkla dinleyebilirim. Ama bir kimsenin Atatürk’e birkaç cümleyle hakaret etmesine tahammül edemem. Mesela ben okuyarak, araştırarak, düşünerek gördüm ki Atatürk’ün Türkçemiz konusunda üç ayrı kanaati olmuştur. Bu üç görüşten ikisi, dünyalar kadar yanlıştır. Bize beş paralık faydası olmayacak kadar yanlıştır. Onun bir Türkçe anlayışı da ummanları dolduracak kadar doğrudur. Bu iki yanlış dil anlayışından birisi, “Dilde tasfiyecilik hareketidir.” Atatürk, dilimize Arapçadan ve Farsçadan giren bütün kelimelerin (ama tamamen Türkçeleşen kelimelerin) 1932-1934 yılları arasında dilimizden çıkarılıp atılmasını emretmişti. İki yıl içinde kimse kimseyi anlayamaz hâle gelmişti. Atatürk, kendi ifadesiyle “Dilimizi tam bir çıkmaza soktuğunu” görerek, bu çok yanlış dil anlayışından vazgeçmişti. Açın okuyun en büyük Atatürk hayranlarımızdan Falih Rıfkı Atay’ın ÇANKAYA isimli çok önemli kitabının 475-476-477. sayfalarını göreceksiniz. Atatürk’ün 1934-1935 yılları arasında benimsediği “Dilde sadeleşme yani Türkçeleşen Türkçedir!” anlayışı, ummanları dolduracak kadar doğrudur. Ama O’nun 1935 yılında benimsediği, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde 1940 yılına kadar okutulan “Güneş-Dil Teorisi”nin hiçbir ciddi temeli yoktur. Bizi bütün dünya milletleri önünde büyük çıkmazlara soktuğu için 1940 yılında İsmet İnönü tarafından yasaklanmıştır. Şimdi ben, Atatürk’ün bu iki yanlış dil anlayışını yazıp-söylediğim zaman, neden Atatürk düşmanı olayım? Milli Mücadelemizin lideri, kayıtsız-şartsız Atatürk’tür. Aksini iddia etmek, milyon kere yanlıştır. Atatürk bir dâhidir. Atatürk hem kahraman bir kumandandır hem de büyük bir vatanperverdir. Ama onun bu özellikleri, katiyyen, katiyyen, katiyyen Sultan Vahdettin’in korkaklığından veya vatan hainliğinden kaynaklanmıyor. Yani Vahdettin’in cesareti ve vatanseverliği bin üzerinden bin olsa bile, bu hâl Atatürk’ün kahramanlığından ve vatanseverliğinden zırnık koparamaz. Atatürk’ü övmek için Vahdettin’e sövmek bize yakışmaz. Ayıptır ve günahtır. Çünkü değil Osmanlı padişahları, koca Osmanlı ailesi içinden vatan haini bir tek kişi bile çıkmamıştır. Türkiye’de hiç kimse bizi yeniden padişahlık rejimine götüremez. Padişahlık rejimine heveslenen birkaç ahmak adam varsa ciddiye alınamaz. Şu 21. asırda, okumayan, araştırmayan, öğrenmeyen ama etrafındakileri gericilikle, Orta Çağa bağlılıkla suçlayan yobazlar var. Onların en tehlikelileri, Atatürkçü geçinen yobazlardır. Yobaz! Yobazlarımız! Yobaz, bizim ruh kanserimizdir. Tedavisi çok zor hastalığımızdır. Yobaz, okumaz, bilmez, anlamaz. Yobaz, bilmediğinin farkında değildir. Yobazın elinde ve evinde kitap yoktur, okumaz. O bakımdan “Diyorlar ki....” diyerek söze başlar. Yumruklarını sıkarak ve bağırarak konuşur. Her türlü dinî inanışın, her türlü siyasî kuruluşun, her türlü edebî görüşün, her türlü spor dalının, her türlü ekonomik yapının yobazları vardır. Yani yobazlar çeşit çeşittir. Şahsen ben, yobazın her türlüsünden, her derecesinden iğreniyorum. Bizde, yobaz denilince, dinî konularda, hiçbir şey bilmediği halde herkesi, cehennemlikle, kâfirlikle suçlayan kimseler akla geliyor. İslâmiyetin yobazları yok mu? Elbette var. Mesela benim, çok yakınlarım arasında dehşetli yobazlar da bulunuyor. Bana nasihat ederek diyorlar ki: “Bak sen bu işleri bilmiyorsun. Bir Alevinin, Müslüman olması için önce Ermeni olması, sonra Müslümanlığı kabul etmesi lâzım. Çünkü Ermeni’nin kitabı var, Alevinin kitabı yok. Aksi takdirde, bir Alevi, bir tuğla üzerinde abdest almaya başlasa, o tuğla, toz haline gelinceye kadar, abdesti kabul olunmaz!” Bu ve benzeri iddialarla konuşanlar, İslâmiyeti, bir darı tanesi kadar olsun bilmeyen, sözüm ona Sünni yobazlardır... Beri yanda bütün Sünni camiayı Yezitlikle suçlayan, Hz. Ebubekir’e, Hz. Ömer’e, Hz. Osman’a buğz eden, Hz. Ali efendimizi, sevgili peygamberimizden üstün tutan, hatta onda; “yaratacılık” kudreti vehmeden kimseler de Alevi camiamızın yobazlarıdırlar... Komünistlerimiz, bizim ekonomi dünyamızın anlı-şanlı yobazlarıdırlar. Çağımızın, en az yüz yıl gerisinde kalan karanlık ve zalim kafalardır. İşte Haleb orda ise arşın burda! Lenin ve arkadaşları, 1917 yılından itibaren, Rusya Çarlığında Komünist sistemi yaşatmak ve yaymak için her türlü çareye başvurmadılar mı? Milyonlarca insanı asıp-kesmediler mi? Milyonlarca insanın yurtlarını-yuvalarını terk ederek hür dünyaya kaçmalarına yol açmadılar mı? Peki ne oldu sonra? Rusya’da ve Avrupa’da herhangi bir devletin müdahalesi olmadan, Komünist sistem, kendiliğinden gümbür, gümbür, yıkılıp gitmedi mi? O komünist rejimde, yüksek tahsilden geçen güzelim Rus kızları ve kadınları şimdi karınlarını doyurmak için, kendilerini Türkiyemizde de pazarlamıyorlar mı? Komünist sistem bütün kabalıkları ve zulümleriyle ve çıkmaz sokaklarıyla meydanda iken, bizim komünistlerimizin kızıl bayraklarla meydanlara dökülmeleri, yobazlık değil de nedir?.. Siyaset dünyamızın, kendilerinden başka hiçbir partiye iktidar imkânı tanımayan siyaset yobazlarını bir tarafa bırakıyorum... Spor dünyamızın elleri saldırmalı, kamalı yumrukları sıkılı, gözleri kanlı... yobazlarını görmezlikten gelebilir miyiz?.. Bu yobazlar kalabalığı dışında, bizim bir de Atatürkçülük düşüncesinin yobazları var. Bunlar, kılık-kıyafet bakımından din yobazlarından çok farklıdırlar. Bir kısmı melon şapkalı, papyon kravatlıdır. Fakat diğer yobazlardan çok daha tehlikeli ve yıkıcıdırlar. Atatürkçülük yobazları, Atatürk üzerine yazılmış bir tek kitap bile okumamışlardır. Atatürkçülüğü yakalarına bir Atatürk rozeti takmaktan, ikide bir meydanlara dökülerek, “Atam izindeyiz! Türkiye laiktir laik kalacak!” diye bağırmaktan ibaret sayıyorlar. Bunlar, bütün mukaddeslerimize öfkeyle yumruk sıkmaktadırlar. Kemalizmi, yeni bir din olarak görmektedirler. Bütün hükûmet darbelerinin içinde, önünde, arkasında bu Atatürkçülük yobazları vardır. Atatürk’ü Atatürkçülük yobazlarının elinden kurtarmak, medeniyet yarışımızın en büyük başarısı olacaktır. Yavuz Bülent Bâkiler