Blogumdaki yazıya yorum yapılmıştır. Hoş geldiniz, yorum yapmaktan çekinmeyiniz.

kanuninin cenazesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kanuninin cenazesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Erbakan, Sultan Abdülhamid’i partisinin kurucusu ilan etmişti

16 Nisan 2013 Salı tarihinde yazılmıştır.



Tarih: 8 Şubat 1970. Merhum Necmettin Erbakan’ın başkanlığına seçildiği Milli Nizam Partisi’nin Kongresi Ankara’da Büyük Sinema’da yapılmaktadır.


17 arkadaşıyla beraber kurdukları partinin kuruluş tarihi de ilginçtir: 26 Ocak 1970. Bu tarih, Avrupa’ya karşı en ağır toprak kaybına uğradığımız Karlofça Antlaşması’nın yıldönümüdür. Yoksa bir tür rövanş fikri mi rol oynamıştır bu tarihin seçilmesinde?

Önce Mehmed Akif’in de dostu olan Eşref Edip çıkar kürsüye ve MNP’yi Akif’in idealleriyle bütünleştiren veciz bir konuşma yapar. Ardından partinin o yıllardaki “ideoloğu” sayılan Necip Fazıl Kısakürek sahneye davet edilir. Salonda çıt çıkmamaktadır. Herkes merakla ne diyeceğini beklerken salonda Üstad’ın sesi yankılanır: “Milli Nizam, ebedî nizam!”

Türkiye’nin dört bir yanından salona akın etmiş bulunan partililerin gözü genel başkanlarındadır. 9 Şubat 1970 tarihli gazetelerden öğrendiğimize göre Prof. Dr. Erbakan tam bir meydan okumayı andıran konuşmasında tarihe bol bol göndermelerde bulunmuş ve partisinin “asıl kurucuları”nı birer birer saymıştır:

“Sizden niye saklayayım. Asıl kurucularımız Sultan Fatih hazretleri, Akşemseddin hazretleri, Sultan Yıldırım hazretleri, Sultan Murad, Ulubatlı Hasan, Nizamülmülk, Sultan Yavuz, Orhan Gazi, Alparslan, Melikşah, Kılıç Arslan ve Sultan Hamid hazretleridir.” Konuşmasının devamında yine Sultan Abdülhamid üzerinde duran Erbakan, “Onun ve bütün diğer İslam liderlerinin ışığında yürüyeceğiz.” demeyi de ihmal etmemiştir.

Resmi tarihin öcü olarak gösterdiği II. Abdülhamid’in bir siyasi parti tarafından böylesine açıkça benimsenip “asıl kurucu” ilan edilmesi, onunla da yetinmeyip “Atatürk ilkeleri ışığında yürümek” yerine Abdülhamid’in ilkeleri ışığında yürüyeceğini beyan etmiş olması, MNP’nin resmi ideolojiden kopuşunun şiddetini gösterir. Bu hakikaten resmi ideolojiye sarsıcı bir karşı çıkıştır. Hatta Fikret Otyam’a göre salonda Abdülhamid’in bir resmi bile vardır. Öte yandan mehter marşları çalmakta, “tekbir” ve “İmanlı Türkiye” sesleri gönüller ve kulaklardaki pası silmektedir. Böylece vefatından tam 52 yıl sonra Abdülhamid Han, merhum Necmettin Erbakan’ın bu konuşmasıyla ilk defa bir siyasi parti tarafından açıkça sahiplenilmiş oluyordu.

MNP sadece 15 ay yaşar. Ancak “Bizim asıl kurucularımız padişahlardır.” diyen bu muhalif hareketin siyaset tarihine vurduğu damga, Erbakan’ın ölümünden sonra dahi kolay kolay silineceğe benzemiyor.

Türk otomobili fikri Erbakan’ındı

Erbakan’ın bir başka ilginç yönü, son günlerde Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirilen yerli otomobil fikrinin babası olmasıdır. Nedense bu konular konuşulurken yerli otomobil fikrini ilk kez savunan Prof. Erbakan’ın adı sanı geçmez. Varsa yoksa Devrim otomobili. Sanki bu fikir 27 Mayısçılardan çıkmış gibi bir hava estirildi. Oysa Erbakan’ın bu fikri daha 1951′de gündeme getirdiğini biliyoruz. O tarihte İstanbul Belediyesi yurtdışından otobüs satın alacaktır. “Hangi firmanın teklifini tercih edelim?” diye İTÜ Motor kürsüsüne sorarlar. Genç bir doçent olan Erbakan, dünyanın parasını verip otobüs satın alınacağına, aynı parayla Türkiye’de bir otobüs fabrikası kurulabileceği görüşünü ileri sürer.
Keza Erbakan 1960′ta toplanan Sanayi Kongresi’nde de Türkiye’nin kendi otomobilini yapabileceğini söyler. Taha Kıvanç’ın da gündeme getirdiği gibi Bakanlar Kurulu’nda dahi bu görüşünü savunmuştur. 1961 Mayıs’ında Otomotiv Kongresi bu fikir etrafında toplanır ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel, Devrim otomobillerinin “emrini” burada verir.

Gürsel 24 Ocak 1961′de öğretim üyeleri ve işadamlarıyla görüşmüştür. DPT harekete geçer. Ancak karşı cephenin de eli armut toplamıyordur. “Biz kim, otomobil yapmak kim?” itirazları yağmur gibi yağar. Kafası karışan kamuoyunu aydınlatacak biri lazımdır. Bu iş için aynı zamanda Gümüş Motor’un genel müdürlüğünü yürüten Doç. Erbakan seçilir. Erbakan İTÜ’nün 501 No’lu salonunda toplanan seçkin bir dinleyici kitlesine “Halk Tipi Türk Otomobili”nin yapım imkânları üzerinde izahat verir. Ona göre Türkiye’de kısa sürede otomobil üretilebilir, üstelik 14 bin liraya satılabilir. Özetle şöyle der:

“Türkiye’de 725 kişiye 1 araç düşerken, ABD’de 2 kişiye 1 araç düşüyor. Bu demektir ki, önümüzdeki yıllarda ülkemizde otomobil bir ihtiyaç olacaktır. Türkiye’de kurulacak oto sanayii, daha işin başında % 50 döviz tasarrufu sağlayacak, bu rakam zamanla % 82′ye çıkacaktır. 300 bin kişiyi bulan bir sanatkâr ordusuna sahibiz. Bunlarla çok rahat oto sanayii kurulabilir. Yeter ki istenilen şartlar ve imkânlar sağlansın. Kaldı ki, üretilecek otomobilin parçalarının yarısı yerli imalattan karşılanabilir ve böylece en yakın zamanda orta halli bir aile dahi otomobil sahibi olabilir.”

Nihayet bir Otomotiv Kongresi’nin toplanacağı haberi 28 Mart 1961′de gazetelere yansır. Tartışmalar da arkasından gelir ve projeyi destekleyen 24 Mart 1961 tarihli “Düşünen Adam” dergisi konuyu kapağına taşır. Kapakta Erbakan’ı, üzerinde “Türk Oto” yazılı iki otomobille görürüz. Bu demektir ki, 1961′de Erbakan’ın adı yerli otomobille adeta özdeşleşmiştir.

Kanuni’nin cenaze namazı da iki defa kılınmıştı

Merhum Erbakan’ın cenaze namazı, biri Ankara Hacıbayram Camii’nde, öbürü İstanbul Fatih Camii’nde olmak üzere iki defa kılındı. Bu durum kafaları karıştırdı, zira Hanefi mezhebinde ilk cenaze namazı geçerlidir, sonrakiler mekruhtur, yani hoş görülmez. Akla şu soru geliyor: İstanbul’dakiler cenaze namazını boşuna mı kıldılar?

Sanırım bu soruya tarihten bir cevap bulabiliriz: Kanuni Sultan Süleyman’ın cenaze namazı tam 2 defa kılınmıştı: Zigetvar’da çadırın içinde, Belgrad’da ve İstanbul’da. Zigetvar’dakini gizli kılındığı için bir kenara koyalım. Yine de iki ayrı namaz Hanefilerde caiz değil. Osmanlı Devleti bunun çözümünü bulmuş, İstanbul’daki cenaze namazını Şafii imam Nakibüleşraf Muharrem Efendi kıldırmıştır. Zira Şafiiler ve Hanbelilerde birden fazla cenaze namazı kılınabilir. Böylece Osmanlı uleması bir başka mezhebin içtihadına dayanarak Kanuni’ye son görevlerini yapmak isteyenlere bir kolaylık tanımış oluyordu.